MÜHİM MESELE

Nefes al, nefes ver. Nefes al, nefes ver… Nefes al… ve biraz tut şimdi.

Okudukça ben olacağın bir yer burası. Okudukça beni anlayacağın yer, burası. Belki nefret edeceksin benden beni tanıdığına pişman olarak, belki de beni özleyeceksin yine pişmanlıkla.Ne okuman için bir sebep var, ne de okudukça varacağın bir sonuç.

Sadece ben. Eğer istersen.

Şimdi bırakabilirsin.

11 Ekim 2012 Perşembe

Zamancı - Başlamayan Hikaye 2

Derin bir nefes aldı masmavi havadan ve bir adımda geçti kemeri Alin.
Sandığı gibi korkunç bi şey gelmedi başına ama yol sanki daha da kararmış gibiydi.
Ağaçlar artık göğü tamamen kaplamıştı. Ay ışığı düşmüyordu yola. Yürümeye devam etti Alin ve yolun kenarına bırakılmış bir sürü insan eşyası görmeye başladı. Eski püskü saatler, yırtılmış giysiler, ayaklarının bir kısmı parçalanmış masalar ve tabureler.

‘’Zamancı’nın eski eşyaları.’’ diye mırıldandı kendi kendine Alin.

Yolda ilerledikçe daha da garipleşiyordu eşyalar. Küçük fotoğraf çerçeveleri vardı bir çok tane.
Kimisinin camı yoktu, kimisinin çerçevesi kırılmıştı, kimisinin de içinde fotoğraf yoktu.

Alin eğilip bir tanesini aldı ve Zamancı’nın Ailesi olduğunu düşündüğü bir fotoğrafı gördü.Şaşırtıcı şekilde tanıdıktı tüm insanlar. Anne, ayakta durmuştu ve boyları annenin dizini geçmeyen iki tane çocuğa sarılıyordu. Ancak fotoğrafta bi gariplik vardı. Sanki birisi eksik gibi yamuktu insanların dizilişi.
Birisi eksik gibi duruyordu anne ve çocuklar. Ya babaları fotoğraftı çektiği için onun yeriydi boş olan yer ya da….. Aslında başka da bir ihtimal gelmiyordu aklına.

Attı kenara fotoğrafı yine yürümeye başladı. Çok vakit harcamıştı yolda.
Şimdi dikkat ediyordu da, yol sanki çok sessizleşmişti. Kuşların sesleri kesilmişti.
Kemerin diğer tarafında kaldılar diye düşündü Alin. Sadece uğuldayan rüzgarın sesini işitiyordu kulakları. Kemeri geçince bir şeylerin değişeceğini biliyordu! Etrafına bakarak yürüdü dar patikayı, korkmamaya çalışarak sessizlik ve karanlıktan.
Ağaçların hışırtısı iki de bir Alin’i tedirgin edip arkasına bakmasına sebep oluyordu. Kediler de yoktu artık. Sanki zaman hızlanmış gibiydi, rüzgar bile hızlı esiyordu, titremeye başlamıştı.
Derken yolun sonu olduğunu düşündüğü yerden yansıyan bi ışık gördü. Heyecandan koşmaya başladı ışığa doğru. Koşarken çantası ağaç dallarına takılıyor ve yırtılıyordu. Yol burada bitiyordu. Artık gidecek yeri kalmamıştı, bulmuştu Anahtar’ı! Yaklaştıkça, ışığın, yuvarlak boşluğun ortasında, bir kütüğün üzerinde duran bir cam fanusun içinden yansıdığını gördü, boşluğu tamamen aydınlatabiliyordu.

Alin kafasını gök yüzüne kaldırdı ve yıldızların eskisi gibi net göründüğünü fark etti.

‘’ Anahtar burada bir yerde olmalı! ‘’ diye bağırdı hiçliğe.

Kütüğe yaklaşıp cam fanus’u eline aldı. Başarabilmiş olmanın verdiği şok ile, bir an elinin yanacağını düşündü Alin.

Fanusun içinde, ışığın kaynağı olan sıvının ortasında yüzen küçük bir kağıt gördü. Açabilmek için bir kapağı olmalı diye düşündü Alin kendi kendine. Birazcık daha inceleyince kapak olmadığını anladı. O kağıdı alması gerekiyordu. Fanusu kırmaktan başka çaresi kalmamıştı. Düşünecek fazla zaman yoktu. Fanusu kaldırdığı gibi yere attı ve cam fanus paramparça oldu.

Aniden, sanki bu dünyaya ait olmayan bir çığlık koptu ağaçların içinden. Yer şiddetle titremeye başlamıştı. Işık bi an daha sanki sönmeyecekmiş gibi parladı fakat bir iki saniye sonra söndü. Elleriyle kulakları kapadı Alin hemen. Korkudan etraftaki ağaçların yanına kaçmaya çabaladı ama yer o kadar güçlü sarsılıyordu ki yürümek imkansızdı. Sürünerek ağaçların yanına gitmeye çalıştı. Yerlerdeki cam kırıkları ve ağaç dalları ellerini çiziyor ve kanamasına sebep oluyordu. Kolları bi yerlere tutunma çabasından çizik içindeydi. Nihayet sağlam bir dal buldu ve kendini kütüğün yanından çekebildi ve kütüğün olduğu yere dönüp baktı.

Yer çöküyordu.

Toprak sanki aşağıdan çekiliyormuş gibi akmaya başlamıştı. Kütük yavaşça toprağa karıştı, tabi fanusun içinde ki kağıtla beraber. Alin tutunduğu ağaçtan düşmemeye çalışarak boşluğa bakmaya çalıştı. Hayretten küçük bir çığlık attı; Aşağıdan ışık sızıyordu. Tam olarak ışık kaynağını göremedi ama sanırım bu çökme doğal bir afet değildi. Mavi ışık, iyice karanlığı yok etmeye başlamıştı. Toprak giderek çöküyor, aynı zamanda da şekilleniyordu, aşağıya doğru uzanan bir merdiven oluşuyordu. Toprak git gide daha da hizaya geliyordu. Sarsıntının kesilmesi çok uzun sürmedi. Kocaman delikten süzülen ışık her yeri aydınlatıyordu artık. Alin ayağa kalktı ve oluşan toprak merdivenin yanına yürüdü ve aşağı inmeye başladı. Bastığı toprak o kadar yumuşaktı ki, her an kayıp düşebilir diye yavaş yavaş iniyordu aşağı. Merdivenlerin bitimine gelebildi nihayet. Sanki çok uzun zamandır buradaymış gibi yanan meşaleler gördü. Küçük bi masanın üzerinde yine bi fanus gördü ama bu sefer dokunmadı bile. İncecik bi tünel vardı gidilmesi gereken. Son bir kez daha gökyüzüne baktı, yakın zamanda tekrar görebilmeyi dileyerek tünele girdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder