MÜHİM MESELE

Nefes al, nefes ver. Nefes al, nefes ver… Nefes al… ve biraz tut şimdi.

Okudukça ben olacağın bir yer burası. Okudukça beni anlayacağın yer, burası. Belki nefret edeceksin benden beni tanıdığına pişman olarak, belki de beni özleyeceksin yine pişmanlıkla.Ne okuman için bir sebep var, ne de okudukça varacağın bir sonuç.

Sadece ben. Eğer istersen.

Şimdi bırakabilirsin.

7 Ekim 2012 Pazar

Mektup 2


Nefes al, nefes ver. Nefes al, nefes ver. Nefes al….  ve biraz tut şimdi…

Nasıl başladığını bilmiyorum ama nasıl ilerlediğini yaşadığım için değil, hissettiğim için çok iyi biliyorum bu zamanların. Nereden başlarsam, anlatmak istediğim, derdini taşıdığım şeye varacağımı da bilmiyorum hatta. Bulmaya çalıştığım her hangi bi yanıt da yok zaten. Sadece uzun zamandır kimse ile konuşamıyorum. Burada gerçekten yalnızım onu biliyorum.

Aslında konuştuğumda beni dinleyecek birisi yok diye değil, gerçekten anlayacak birileri yok diye böyleyim. Tabi bu demek değil ki beni kimse anlayamıyor. Pek ala İstanbul’da da bi iki tane ömürlük dostum var konuştuğum. Bana yol gösteriyorlar, yardımcı oluyorlar, anlamadığım şeyleri anlatıyorlar yada bazen sadece yanımda yürüyorlar. Tüm benliğimi sadece bir kişiye yükleyemiyorum ben. Tüm sıkıntımı bi kişiye anlatamıyorum. Herkesin yeri farklı bende, olması gerektiği gibi.

İzmir’deyken hiç düşünmezdim/bahsetmezdim maddiyatın bazen insanı kilitlediğini. Hep bi şekilde birileri yada bişeylerle çözerdim/çözerlerdi. Ama burada tek başımayım. Tek başıma düşünüyorum, tek başıma karar veriyorum, tek başıma konuşuyorum, tek başıma gülüyorum. Bu benim gibi bi adamı yoruyormuş, yeni yeni anlıyorum. Ya buna alışacağım, yada bu durumu dayanılmaz hala gelene kadar çekeceğim ve sonucunda neyi kaybedeceğim onu göreceğim.

Kendimi sabretmeye zorluyorum İstanbul’a geldiğimden beri. Her şey sabretme ile alakalıymış tek başınayken. Patronuna sabredeceksin, iş sahiplerine sabredeceksin, sabah otobüs beklerken hemen önünde sigara içen adama sabredeceksin, trafiğe sabredeceksin. Zamanın geçmeyişine bile sabredeceksin ki sürecini doldurasın. Sürekliliğe dayanabilmek gerçekten sıkıcıymış. Çalışırken zerre sıkılmıyorum, hatta çok keyif alıyorum tasarım yapmaktan ama etraftan bana nüfuz edecek her hangi bişey beni alt üst edebiliyor. Daha 2 hafta önce çok garip bi olay yaşamıştım;

Hafif kapalı bi havada tüm sokak yağmur ve rüzgara teslimken, bi tane kamburca yürüyen, yün ceketli kundura ayakkabılı bi amca, elindeki kemanı çala çala sokakta yürüyordu. Arada yağmurdan ıslandığı için ceketinin içi ile kemanı silip tekrar çalmaya devam ediyordu.

Şu an o kadar pişmanım ki o amcayı iş yerine çağırmadığım için, onu dinlemediğim için, onunla konuşmadığım için, anlatamam. Belki ben çok büyütüyorumdur, sadece dün gece çok içtiği için sokakta ayılmaya çalışıyor olabilirdi. Ama ya daha farklıysa? O yağmurun altında ıslana ıslana keman çalmasına sebep olan şeyler ya daha acıysa? Asla cevabını alamayacağım bi merak bu, beni kaç zamandır rahatsız eden.  Tabi sadece çok merak ettiğim için cevabını bilmek istemiyorum, sanırım o cevabı bilmeyi hak ediyorum,  o an o amcayı merak edebildiğim için. Eğer o amcayı iş yerine davet edebilseydim, başka bi şeyi hak edebilecektim…

İstanbul’a geldiğimden beri de yıldızları göremiyorum bu arada. Çok eksiğim bu yüzden bu aralar. Muhtemelen fark edebileceğim bi değişiklik yoktur. Sıkıntım da zaten her değişikliği görebilmek değil de, o anlara şahit olabildiğimi bilmek her zaman.

Burada herkes birbiri ile hep aynı iken, herkes çok farklı. Sınıflara dahil olacak o kadar çok insan var ki, bu yüzden çok fazla da sınıf var. O kadar garip ki, çarşaf giymiş kadınlar, türban takmış kadınlara, türban takmış kadınlar, başı açık kadınlara yan yan bakıyor. Neye şaşırdığımı bilmeden ise ben hepsine bakıyorum. Herkes birbirini itin götüne sokmaya çok meraklıymış gibi bakıyor. Ben tabi ki bana bakışlardan rahatsız olmuyorum. Ama neden o farklı bakışlara maruz kalıyorum onu merakımdan dertleniyorum ara ara. Ulan çember sakallı, konuşmasını bile beceremeyen ama cebinde milyarlar olan adam. Bana potansiyel hırsız gözü ile neden bakıyorsun?  Neden bi insanın olağan halini, en berbatıymış gibi düşünüyorsun? Ben hep insanların lafına sırtımı yaslamışımdır. Burada ne yaparsan yap, boş.

Baksana şu yazdıklarıma arkadaş? İnsanların birbirine olan güvensizliğinden dem vuracak kadar genele düşmüşüm. Bu kadar ortalık malı olacağım hiç aklıma gelmezdi.

Ha bi de Mustafa’yı çok özledim ben. Aklımın bi köşesinden çıkartmıyorum hiç onu. Çünkü en kötü haberler, onu hiç beklemediğin, unuttuğun anda geliyor gibi. O yüzden Mustafa’yı unutamam. Babannemi unutamadığım gibi… Zaman çabuk geçsin ama yaralamasın.

Bir kadını sevmek şu anda o kadar çok ihtiyacım olan şey  ki. Hissedemezsin böylesini. Ama şu anda balık bile besleyecek durumda değilim. Yalnızlığımın bana hissettirdiği bi diğer şey bu işte. Sevmeye ihtiyaç duymak. Olmayan bişeye, fark etmediğin bişeye ihtiyacın da olmaz normalde. Ama işte bunu fark etmeden önce hiç sıkıntım yokken, şu anda yaşadığım şeyleri özlüyor olmam da doğal gibi.
İşin diğer bi garip yanı, kişiler değil de benim hissettiğim anlamların özünü özlüyorum. Kafamda beliren bi sevme durumu var ve onu kimseye veremiyorum. Tabi şu anda kimsenin olmayışı ile de alakalı olabilir bu durum J .

Şuna birisi cevap verebilir mi;
Gerçekten sadece bir insanı severek, o an da mutlu olabilir mi birisi? Sadece bir kişiyi sevebilir misin?
Sadece bi kişinin mutluluğu yeter mi insana?

Kendime dair bişeyler yaptıkça içimde beliren bir diğer his, paylaşmayı hatırlatıyor bana. Arkadaşlarım gelsinler yanıma, evimde otursunlar, benimle uyusunlar, benimle uyansınlar. Bunu yapabilecek kadar büyüdüm. Ben de insanlara gerçek anlamda yardımcı olabileyim. Kendimin farkında olduğum yıllar boyunca elimden geldiğince, hiç çabalamadan bir şeyler yaptım. Karşılığında bir gün bana bişeyler döner diye hiç düşünmeden. Çok rahatlatıcı bişeymiş, insanlara sadece karar vererek, onlarla konuşarak, onları mutlu etmek. Hiç sen yürüyorsun diye mutlu olan birisini gördün mü? Yada sen sadece sana fayda sağlayacak bişey yaptığında senin kadar sevinen birini ( annen dışında tabi ) ?
Ben bunu yaşıyorum artık. Daha önce insanlar mutluyken, onlarla mutlu olduğum için, şu anda ben mutsuzken onlar beni mutlu ediyor. Tamamen vicdani bi alışverişmiş.

Dedim ya, yıldızları göremiyorum diye, Ay’ı da göremiyorum epeydir. Bulutların arkasından sızan ışığı yürüdüğüm yerleri aydınlatmıyor epeydir.

Bol bol kitap aldım buradayken,bol bol albüm aldım birazda. Hatta yeni taşınacağım ev için ilk defa mobilya aldım bugün (29 Eylül 2012). Kitaplığım olacak ilk defa, elbise dolabım olacak. Aslında ilk defa olan kısmı, bunları tamamen benim alıyor olmam olacak. Gerçekten yaşamaya başladığımın ilk kanıtları olacak. Kim bilir, belki ileride başkaları da şahit olur bu duruma.

Şimdi bırakabilirlisin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder