Nefes al, nefes
ver. Nefes al, nefes ver. Nefes al…. ve
biraz tut şimdi…
Nasıl başladığını bilmiyorum ama nasıl ilerlediğini
yaşadığım için değil, hissettiğim için çok iyi biliyorum bu zamanların. Nereden
başlarsam, anlatmak istediğim, derdini taşıdığım şeye varacağımı da bilmiyorum
hatta. Bulmaya çalıştığım her hangi bi yanıt da yok zaten. Sadece uzun zamandır
kimse ile konuşamıyorum. Burada gerçekten yalnızım onu biliyorum.
Aslında konuştuğumda beni dinleyecek birisi yok diye
değil, gerçekten anlayacak birileri yok diye böyleyim. Tabi bu demek değil ki
beni kimse anlayamıyor. Pek ala İstanbul’da da bi iki tane ömürlük dostum var
konuştuğum. Bana yol gösteriyorlar, yardımcı oluyorlar, anlamadığım şeyleri
anlatıyorlar yada bazen sadece yanımda yürüyorlar. Tüm benliğimi sadece bir
kişiye yükleyemiyorum ben. Tüm sıkıntımı bi kişiye anlatamıyorum. Herkesin yeri
farklı bende, olması gerektiği gibi.
İzmir’deyken hiç düşünmezdim/bahsetmezdim maddiyatın
bazen insanı kilitlediğini. Hep bi şekilde birileri yada bişeylerle
çözerdim/çözerlerdi. Ama burada tek başımayım. Tek başıma düşünüyorum, tek
başıma karar veriyorum, tek başıma konuşuyorum, tek başıma gülüyorum. Bu benim
gibi bi adamı yoruyormuş, yeni yeni anlıyorum. Ya buna alışacağım, yada bu
durumu dayanılmaz hala gelene kadar çekeceğim ve sonucunda neyi kaybedeceğim
onu göreceğim.
Kendimi sabretmeye zorluyorum İstanbul’a geldiğimden
beri. Her şey sabretme ile alakalıymış tek başınayken. Patronuna sabredeceksin,
iş sahiplerine sabredeceksin, sabah otobüs beklerken hemen önünde sigara içen
adama sabredeceksin, trafiğe sabredeceksin. Zamanın geçmeyişine bile
sabredeceksin ki sürecini doldurasın. Sürekliliğe dayanabilmek gerçekten
sıkıcıymış. Çalışırken zerre sıkılmıyorum, hatta çok keyif alıyorum tasarım
yapmaktan ama etraftan bana nüfuz edecek her hangi bişey beni alt üst
edebiliyor. Daha 2 hafta önce çok garip bi olay yaşamıştım;
Hafif kapalı bi havada tüm sokak yağmur ve rüzgara
teslimken, bi tane kamburca yürüyen, yün ceketli kundura ayakkabılı bi amca,
elindeki kemanı çala çala sokakta yürüyordu. Arada yağmurdan ıslandığı için
ceketinin içi ile kemanı silip tekrar çalmaya devam ediyordu.
Şu an o kadar pişmanım ki o amcayı iş yerine çağırmadığım
için, onu dinlemediğim için, onunla konuşmadığım için, anlatamam. Belki ben çok
büyütüyorumdur, sadece dün gece çok içtiği için sokakta ayılmaya çalışıyor
olabilirdi. Ama ya daha farklıysa? O yağmurun altında ıslana ıslana keman
çalmasına sebep olan şeyler ya daha acıysa?
Asla cevabını alamayacağım bi merak bu, beni kaç zamandır rahatsız eden. Tabi sadece çok merak ettiğim için cevabını
bilmek istemiyorum, sanırım o cevabı bilmeyi hak ediyorum, o an o amcayı merak edebildiğim için. Eğer o
amcayı iş yerine davet edebilseydim, başka bi şeyi hak edebilecektim…
İstanbul’a geldiğimden beri de yıldızları göremiyorum bu
arada. Çok eksiğim bu yüzden bu aralar. Muhtemelen fark edebileceğim bi
değişiklik yoktur. Sıkıntım da zaten her değişikliği görebilmek değil de, o
anlara şahit olabildiğimi bilmek her zaman.
Burada herkes birbiri ile hep aynı iken, herkes çok
farklı. Sınıflara dahil olacak o kadar çok insan var ki, bu yüzden çok fazla da
sınıf var. O kadar garip ki, çarşaf giymiş kadınlar, türban takmış kadınlara,
türban takmış kadınlar, başı açık kadınlara yan yan bakıyor. Neye şaşırdığımı
bilmeden ise ben hepsine bakıyorum. Herkes birbirini itin götüne sokmaya çok
meraklıymış gibi bakıyor. Ben tabi ki bana bakışlardan rahatsız olmuyorum. Ama
neden o farklı bakışlara maruz kalıyorum onu merakımdan dertleniyorum ara ara.
Ulan çember sakallı, konuşmasını bile beceremeyen ama cebinde milyarlar olan
adam. Bana potansiyel hırsız gözü ile neden bakıyorsun? Neden bi insanın olağan halini, en
berbatıymış gibi düşünüyorsun? Ben hep insanların lafına sırtımı yaslamışımdır.
Burada ne yaparsan yap, boş.
Baksana şu yazdıklarıma arkadaş? İnsanların birbirine
olan güvensizliğinden dem vuracak kadar genele düşmüşüm. Bu kadar ortalık malı
olacağım hiç aklıma gelmezdi.
Ha bi de Mustafa’yı çok özledim ben. Aklımın bi
köşesinden çıkartmıyorum hiç onu. Çünkü en kötü haberler, onu hiç beklemediğin,
unuttuğun anda geliyor gibi. O yüzden Mustafa’yı unutamam. Babannemi
unutamadığım gibi… Zaman çabuk geçsin ama yaralamasın.
Bir kadını sevmek şu anda o kadar çok ihtiyacım olan
şey ki. Hissedemezsin böylesini. Ama şu
anda balık bile besleyecek durumda değilim. Yalnızlığımın bana hissettirdiği bi
diğer şey bu işte. Sevmeye ihtiyaç duymak.
Olmayan bişeye, fark etmediğin bişeye ihtiyacın da olmaz normalde. Ama işte
bunu fark etmeden önce hiç sıkıntım yokken, şu anda yaşadığım şeyleri özlüyor
olmam da doğal gibi.
İşin diğer bi garip yanı, kişiler değil de benim
hissettiğim anlamların özünü
özlüyorum. Kafamda beliren bi sevme durumu var ve onu kimseye veremiyorum. Tabi
şu anda kimsenin olmayışı ile de alakalı olabilir bu durum J .
Şuna birisi cevap verebilir mi;
Gerçekten sadece bir insanı severek, o an da mutlu
olabilir mi birisi? Sadece bir kişiyi sevebilir misin?
Sadece bi kişinin mutluluğu yeter mi insana?
Kendime dair bişeyler yaptıkça içimde beliren bir diğer
his, paylaşmayı hatırlatıyor bana. Arkadaşlarım gelsinler yanıma, evimde
otursunlar, benimle uyusunlar, benimle uyansınlar. Bunu yapabilecek kadar
büyüdüm. Ben de insanlara gerçek anlamda yardımcı olabileyim. Kendimin farkında
olduğum yıllar boyunca elimden geldiğince, hiç çabalamadan bir şeyler yaptım.
Karşılığında bir gün bana bişeyler döner diye hiç düşünmeden. Çok rahatlatıcı
bişeymiş, insanlara sadece karar vererek, onlarla konuşarak, onları mutlu
etmek. Hiç sen yürüyorsun diye mutlu olan birisini gördün mü? Yada sen sadece
sana fayda sağlayacak bişey yaptığında senin kadar sevinen birini ( annen
dışında tabi ) ?
Ben bunu yaşıyorum artık. Daha önce insanlar mutluyken,
onlarla mutlu olduğum için, şu anda ben mutsuzken onlar beni mutlu ediyor.
Tamamen vicdani bi alışverişmiş.
Dedim ya, yıldızları göremiyorum diye, Ay’ı da
göremiyorum epeydir. Bulutların arkasından sızan ışığı yürüdüğüm yerleri
aydınlatmıyor epeydir.
Bol bol kitap aldım buradayken,bol bol albüm aldım
birazda. Hatta yeni taşınacağım ev için ilk defa mobilya aldım bugün (29 Eylül
2012). Kitaplığım olacak ilk defa, elbise dolabım olacak. Aslında ilk defa olan
kısmı, bunları tamamen benim alıyor olmam olacak. Gerçekten yaşamaya başladığımın
ilk kanıtları olacak. Kim bilir, belki ileride başkaları da şahit olur bu
duruma.
Şimdi
bırakabilirlisin…