Sandığı
gibi korkunç bi şey gelmedi başına ama yol sanki daha da kararmış gibiydi.
Ağaçlar
artık göğü tamamen kaplamıştı. Ay ışığı düşmüyordu yola. Yürümeye devam etti Alin ve yolun kenarına bırakılmış bir
sürü insan eşyası görmeye başladı. Eski püskü saatler, yırtılmış giysiler,
ayaklarının bir kısmı parçalanmış masalar ve tabureler.
‘’Zamancı’nın eski eşyaları.’’ diye
mırıldandı kendi kendine Alin.
Yolda ilerledikçe daha da
garipleşiyordu eşyalar. Küçük fotoğraf çerçeveleri vardı bir çok tane.
Kimisinin camı yoktu, kimisinin
çerçevesi kırılmıştı, kimisinin de içinde fotoğraf yoktu.
Alin eğilip bir tanesini aldı ve
Zamancı’nın Ailesi olduğunu düşündüğü bir fotoğrafı gördü.Şaşırtıcı şekilde
tanıdıktı tüm insanlar. Anne, ayakta durmuştu ve boyları annenin dizini
geçmeyen iki tane çocuğa sarılıyordu. Ancak fotoğrafta bi gariplik vardı. Sanki
birisi eksik gibi yamuktu insanların dizilişi.
Birisi eksik gibi duruyordu anne ve
çocuklar. Ya babaları fotoğraftı çektiği için onun yeriydi boş olan yer ya
da….. Aslında başka da bir ihtimal gelmiyordu aklına.
Attı kenara fotoğrafı yine yürümeye
başladı. Çok vakit harcamıştı yolda.
Şimdi dikkat ediyordu da, yol sanki
çok sessizleşmişti. Kuşların sesleri kesilmişti.
Kemerin diğer tarafında kaldılar diye
düşündü Alin. Sadece uğuldayan rüzgarın sesini işitiyordu kulakları. Kemeri
geçince bir şeylerin değişeceğini biliyordu! Etrafına bakarak yürüdü dar
patikayı, korkmamaya çalışarak sessizlik ve karanlıktan.
Ağaçların hışırtısı iki de bir Alin’i
tedirgin edip arkasına bakmasına sebep oluyordu. Kediler de yoktu artık. Sanki
zaman hızlanmış gibiydi, rüzgar bile hızlı esiyordu, titremeye başlamıştı.
Derken yolun sonu olduğunu düşündüğü
yerden yansıyan bi ışık gördü. Heyecandan koşmaya başladı ışığa doğru. Koşarken
çantası ağaç dallarına takılıyor ve yırtılıyordu. Yol burada bitiyordu. Artık
gidecek yeri kalmamıştı, bulmuştu Anahtar’ı! Yaklaştıkça, ışığın, yuvarlak
boşluğun ortasında, bir kütüğün üzerinde duran bir cam fanusun içinden
yansıdığını gördü, boşluğu tamamen aydınlatabiliyordu.
Alin kafasını gök yüzüne kaldırdı ve
yıldızların eskisi gibi net göründüğünü fark etti.
‘’ Anahtar burada bir yerde olmalı! ‘’
diye bağırdı hiçliğe.
Kütüğe yaklaşıp cam fanus’u eline
aldı. Başarabilmiş olmanın verdiği şok ile, bir an elinin yanacağını düşündü
Alin.
Fanusun içinde, ışığın kaynağı olan
sıvının ortasında yüzen küçük bir kağıt gördü. Açabilmek için bir kapağı olmalı
diye düşündü Alin kendi kendine. Birazcık daha inceleyince kapak olmadığını
anladı. O kağıdı alması gerekiyordu. Fanusu kırmaktan başka çaresi kalmamıştı. Düşünecek
fazla zaman yoktu. Fanusu kaldırdığı gibi yere attı ve cam fanus paramparça
oldu.
Aniden, sanki bu dünyaya ait olmayan
bir çığlık koptu ağaçların içinden. Yer şiddetle titremeye başlamıştı. Işık bi
an daha sanki sönmeyecekmiş gibi parladı fakat bir iki saniye sonra söndü. Elleriyle
kulakları kapadı Alin hemen. Korkudan etraftaki ağaçların yanına kaçmaya
çabaladı ama yer o kadar güçlü sarsılıyordu ki yürümek imkansızdı. Sürünerek
ağaçların yanına gitmeye çalıştı. Yerlerdeki cam kırıkları ve ağaç dalları
ellerini çiziyor ve kanamasına sebep oluyordu. Kolları bi yerlere tutunma
çabasından çizik içindeydi. Nihayet sağlam bir dal buldu ve kendini kütüğün
yanından çekebildi ve kütüğün olduğu yere dönüp baktı.
Yer çöküyordu.
Toprak sanki aşağıdan çekiliyormuş
gibi akmaya başlamıştı. Kütük yavaşça toprağa karıştı, tabi fanusun içinde ki
kağıtla beraber. Alin tutunduğu ağaçtan düşmemeye çalışarak boşluğa bakmaya
çalıştı. Hayretten küçük bir çığlık attı; Aşağıdan ışık sızıyordu. Tam olarak
ışık kaynağını göremedi ama sanırım bu çökme doğal bir afet değildi. Mavi ışık,
iyice karanlığı yok etmeye başlamıştı. Toprak giderek çöküyor, aynı zamanda da
şekilleniyordu, aşağıya doğru uzanan bir merdiven oluşuyordu. Toprak git gide
daha da hizaya geliyordu. Sarsıntının kesilmesi çok uzun sürmedi. Kocaman
delikten süzülen ışık her yeri aydınlatıyordu artık. Alin ayağa kalktı ve
oluşan toprak merdivenin yanına yürüdü ve aşağı inmeye başladı. Bastığı toprak
o kadar yumuşaktı ki, her an kayıp düşebilir diye yavaş yavaş iniyordu aşağı.
Merdivenlerin bitimine gelebildi nihayet. Sanki çok uzun zamandır buradaymış
gibi yanan meşaleler gördü. Küçük bi masanın üzerinde yine bi fanus gördü ama
bu sefer dokunmadı bile. İncecik bi tünel vardı gidilmesi gereken. Son bir kez
daha gökyüzüne baktı, yakın zamanda tekrar görebilmeyi dileyerek tünele girdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder