Güneşin
bir kaç saat evvel kavurduğu patika, şu anda hafifçe esen rüzgarın ağaç
yapraklarını hareket ettirmesiyle oluşan sesle ve titretici bir soğukla
doluydu. Bulutlar yavaş yavaş hakim oluyordu gök yüzüne. Oracıkta duran dolunay, sanki git gide
güzelleşiyordu. Parlayarak, an be an...
Yolun
düzlüğünün dışında her yanda kocaman çam ağaçları uzanıyordu göğe doğru.
Sanki ağaçlardan oluşan bir hücrenin içindeydi. Yolun yanı küçük çalılar, otlar ve ağaçların kopmuş dalları ile doluydu. Çalıların üzerilerinden esen rüzgar, sanki aralarında konuşuyorlarmış gibi hissettiriyor, minik kuşlar devamlı yolun üzerinde uçarak garip sesler çıkartıyorlardı.
Sanki ağaçlardan oluşan bir hücrenin içindeydi. Yolun yanı küçük çalılar, otlar ve ağaçların kopmuş dalları ile doluydu. Çalıların üzerilerinden esen rüzgar, sanki aralarında konuşuyorlarmış gibi hissettiriyor, minik kuşlar devamlı yolun üzerinde uçarak garip sesler çıkartıyorlardı.
Adam kafasını kaldırdı gök yüzüne doğru ve derin bir nefes aldı.
Saatlerdir
yürüyordu bu ıssız yolda. Gün ışığını ne zaman kaybettiğini tam olarak
hesaplayamadı, neredeyse 6 saattir yürüyordu. Henüz gece yarısı olmamıştı. Ve dolunay hala kocaman, parlak bir şekilde onun yolunu
aydınlatıyordu.
Fazla
zamanı kalmamıştı adamın kaçabilmek için. Zamancı’nın Zaman Anahtarı’nı gece
yarısına kadar bulamazsa, zaman ölecek ve burada sıkışmak zorunda kalacaktı
sonsuza kadar. Bu iç karartıcı ormanda kalmaya da pek niyetli değildi açıkçası.
Düşüncelerinden kurtulup bir anda durdu patikanın ortasında, sırtından çantasını çıkartıp yere koydu ve içini kurcalamaya başladı. Matarasını bulup bir iki yudum su içtikten sonra geri çantasına koydu. Rüzgar şiddetlenince biraz daha, arkasından ürpertici bir hışırtı duydu, korkuyla hemen arkasını dönüp baktı. Birkaç kedi gördü ağaçların arasında dolaşan. Bir iki saniye kadar göründüler, daha sonra ağaçların arasında kayboldular. Tekrar toparlandı ve daha hızlı yürümeye başladı. Burada yaşayan hayvanlar olduğunu görmemişti hiç. Kendi köpekleri dışında tabi.
Biraz
daha ilerledi kasvetli ve biraz ileride patikanın ikiye bölündüğün gördü. İki
yoldan birisini tercih etmesi gerekiyordu ve kesinlikle doğrusunu bulmalıydı
kaçabilmesi için. Fazla zamanı kalmamıştı muhtemelen. Gözlerini kapayıp hangi yolu
tercih edeceğini düşünmeye çalıştı ama orada kalma korkusuyla doğru düzgün bir
şeyler gelmedi aklına. Birden yolun
üzerinde kalmış izler dikkatini çekti adamın. Sağa sapan yolda birçok ayak izi vardı; fakat sola sapan
yol tamamen izsizdi. Daha evvel sağ taraftaki yoldan birileri gitmiş olmalı
diye düşündü adam ister istemez ve sağa
saptı.
Yol
giderek daralıyordu ve sırt çantası da belini acıtmaya başlamıştı. Ağaçların dalları, patikanın üstünü kapatmaya başlamıştı
iyice, ay ışığı eskisi kadar vurmuyordu yola. İyice
hızlandı adam, yaklaşık 1 saat daha yürüdü
patikada. Yol artık iyice küçülmüştü, iki insan yan yana zor yürürdü.
Bir
süre sonra, yolun üzerine anlamsızca dikilen, taştan yapılma, eski
bir kemer gördü. Yolu yanlamasına
kesiyordu. Neden böyle bir geçidin
yapıldığını anlamadı adam. Kemerin yanına
baktı Alin ve eskiden bir devamı olduğunu fark etti, şimdi upuzun ağaçlar olan
yerde. Sanırım bu kemer, Zamancı’nın zamanı
öldürmeye çalışmasından evvel ki arazisinin kapısıydı. Üzerinde garip yazılar ve şekiller vardı. Zamanla aşınmış yüzeyinden eksilen bir kaç taş hala
yolun kenarında duruyordu.
Alin’in
duyduğuna göre, Zamancı artık yaşamaktan vazgeçince zamanı öldürüp, tüm zamanı durdurmaya
çalışmıştı. Fakat işler yolunda gitmemiş, sadece kendi zamanının durmasına
sebep olmuş ve bu ormana hapsedilmişti. Önceden yemyeşil ağaçları, çiçekleri ve
Zamancı’nın ailesini barındıran bu arazi, şimdi kasvetli bir ormana dönüşmüş ve
Zamancı’nın cüretine karşılık bir ceza olmuştu.
İçinden
geçip geçmemeyi bir süre düşündü. Sanki, içinden geçerse başına bir bela gelecekmiş gibi
hissetti ister istemez Alin. Ama başka
şansı da yoktu. Kemerin bittiği yerde
ağaçlar başlıyordu ve araları da çok dardı. Geçebilmek neredeyse imkansızdı. Geri dönüp diğer
yoldan da gidebilirdi ama yoluna devam etmesi gerektiğini hissediyordu. İçinden geçecekti. Zaman
Anahtarı’nı zamanında bulabilmek için bi an önce yola devam etmeliydi.
*
*
Hani bi Zamancı vardı ya, neredeyse bir yıl evvel yazmaya başladığım. Evet, o bitmedi hala. Çok fazla fikir var kafamda ama hala doğrusu hangisi hissedemiyorum. Hepsi yafta gibi duruyor. Bi kısmını koyayım buraya istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder