Bi çaresine bakmalıyım demiştim ya, sanırım bakıyorum. Sanırım yine yolculuk gözüküyor bana kısa süre içinde. İstanbul'da yapabileceklerimi yaptığımı bilmenin bi huzuru mu var diyeyim, sakinliği mi var diyeyim bilmiyorum. Ama vicdanım rahat şu anda. Ama kesinlikle emin olduğum bi şey daha var ki, bu bir mola olabilir en fazla. Deneyeceğiz, görebilecek miyiz?
Bence görürüz.
MÜHİM MESELE
Nefes al, nefes ver. Nefes al, nefes ver… Nefes al… ve biraz tut şimdi.
Okudukça ben olacağın bir yer burası. Okudukça beni anlayacağın yer, burası. Belki nefret edeceksin benden beni tanıdığına pişman olarak, belki de beni özleyeceksin yine pişmanlıkla.Ne okuman için bir sebep var, ne de okudukça varacağın bir sonuç.
Sadece ben. Eğer istersen.
Şimdi bırakabilirsin.
29 Ekim 2012 Pazartesi
26 Ekim 2012 Cuma
25-24
VEEE DOĞUM GÜNÜM KUTLU OLSUN!!
Bu yıl iki kere kutlandı, üçüncüsü ise Cumartesi kutlanacak.
Bol bol pasta yedik ve yedirdik.
Vakit geçiyor ama yetmiyor kesinlikle İzmir'deyken.
Bi çaresine bakmalıyım.
Bu yıl iki kere kutlandı, üçüncüsü ise Cumartesi kutlanacak.
Bol bol pasta yedik ve yedirdik.
Vakit geçiyor ama yetmiyor kesinlikle İzmir'deyken.
Bi çaresine bakmalıyım.
20 Ekim 2012 Cumartesi
Out of Sight, not out of mind
O değil de, bugün akşam saat 10 itibari ile İzmir'de olacağım. 1 hafta tatilim var. Heyecandan kalbim atamıyor bile. Çantamı toparladım, işlerimi bitirdim. Koskoca 1 haftam var ve o günleri eskiden yaptığım ne var ise onları yaparak geçireceğim.
Mutluyum gibi.
Mutluyum gibi.
15 Ekim 2012 Pazartesi
Ses.283
Ayrıca artık biraz daha fazla olmamın zamanı gelmiş. Biraz da ailem için. Kalan ailem için tabi.
14 Ekim 2012 Pazar
Ses.282
İnsan bazen elindeki değerlerin ne olduğunu, ona ne kattığını, onlardan uzak kalmadan anlayamazmış dostum. Bunu unutma sakın. Sanma ki o değerler sana gökten indi. Sanma ki insanlar sana bi anda, nedensiz güvendi. Sen hepsini hak eden, hepsini yaşayarak elde edensin. Hepsini geçtim, sen benim arkadaşımsın lan.
İyi ki doğdun adam!
İyi ki doğdun adam!
Mustafa-Ben(Oski'nin Eli) |
12 Ekim 2012 Cuma
Ses.281
Sessizliğin ile yürüyorum yolu
Boydan boya kupkuru rüzgar kaplı yollar
Işıklar açık mı? Yada sen korkar mısın ki?
Unutma, hayat artık senin için çok karanlık.
Bu bir düş ise, uyansam iyi olur.
Gerçekten sen yoksan eğer ileride
Neredesin, sorsam bana söyler misin?
Kapattığında gözlerini ne görüyorsun?
Yada gözlerini kapatabiliyor musun?
Bilmiyorum, hatırlamıyorum.
Hangi gök kuşağına gidersen git,
Hangi suyun içinde yüzersen yüz,
Hep keyfini çıkar ama unutma
Hayat artık senin için çok karanlık.
Boydan boya kupkuru rüzgar kaplı yollar
Işıklar açık mı? Yada sen korkar mısın ki?
Unutma, hayat artık senin için çok karanlık.
Bu bir düş ise, uyansam iyi olur.
Gerçekten sen yoksan eğer ileride
Neredesin, sorsam bana söyler misin?
Kapattığında gözlerini ne görüyorsun?
Yada gözlerini kapatabiliyor musun?
Bilmiyorum, hatırlamıyorum.
Hangi gök kuşağına gidersen git,
Hangi suyun içinde yüzersen yüz,
Hep keyfini çıkar ama unutma
Hayat artık senin için çok karanlık.
11 Ekim 2012 Perşembe
Zamancı - Başlamayan Hikaye 2
Derin
bir nefes aldı masmavi havadan ve bir adımda geçti kemeri Alin.
Sandığı
gibi korkunç bi şey gelmedi başına ama yol sanki daha da kararmış gibiydi.
Ağaçlar
artık göğü tamamen kaplamıştı. Ay ışığı düşmüyordu yola. Yürümeye devam etti Alin ve yolun kenarına bırakılmış bir
sürü insan eşyası görmeye başladı. Eski püskü saatler, yırtılmış giysiler,
ayaklarının bir kısmı parçalanmış masalar ve tabureler.
‘’Zamancı’nın eski eşyaları.’’ diye
mırıldandı kendi kendine Alin.
Yolda ilerledikçe daha da
garipleşiyordu eşyalar. Küçük fotoğraf çerçeveleri vardı bir çok tane.
Kimisinin camı yoktu, kimisinin
çerçevesi kırılmıştı, kimisinin de içinde fotoğraf yoktu.
Alin eğilip bir tanesini aldı ve
Zamancı’nın Ailesi olduğunu düşündüğü bir fotoğrafı gördü.Şaşırtıcı şekilde
tanıdıktı tüm insanlar. Anne, ayakta durmuştu ve boyları annenin dizini
geçmeyen iki tane çocuğa sarılıyordu. Ancak fotoğrafta bi gariplik vardı. Sanki
birisi eksik gibi yamuktu insanların dizilişi.
Birisi eksik gibi duruyordu anne ve
çocuklar. Ya babaları fotoğraftı çektiği için onun yeriydi boş olan yer ya
da….. Aslında başka da bir ihtimal gelmiyordu aklına.
Attı kenara fotoğrafı yine yürümeye
başladı. Çok vakit harcamıştı yolda.
Şimdi dikkat ediyordu da, yol sanki
çok sessizleşmişti. Kuşların sesleri kesilmişti.
Kemerin diğer tarafında kaldılar diye
düşündü Alin. Sadece uğuldayan rüzgarın sesini işitiyordu kulakları. Kemeri
geçince bir şeylerin değişeceğini biliyordu! Etrafına bakarak yürüdü dar
patikayı, korkmamaya çalışarak sessizlik ve karanlıktan.
Ağaçların hışırtısı iki de bir Alin’i
tedirgin edip arkasına bakmasına sebep oluyordu. Kediler de yoktu artık. Sanki
zaman hızlanmış gibiydi, rüzgar bile hızlı esiyordu, titremeye başlamıştı.
Derken yolun sonu olduğunu düşündüğü
yerden yansıyan bi ışık gördü. Heyecandan koşmaya başladı ışığa doğru. Koşarken
çantası ağaç dallarına takılıyor ve yırtılıyordu. Yol burada bitiyordu. Artık
gidecek yeri kalmamıştı, bulmuştu Anahtar’ı! Yaklaştıkça, ışığın, yuvarlak
boşluğun ortasında, bir kütüğün üzerinde duran bir cam fanusun içinden
yansıdığını gördü, boşluğu tamamen aydınlatabiliyordu.
Alin kafasını gök yüzüne kaldırdı ve
yıldızların eskisi gibi net göründüğünü fark etti.
‘’ Anahtar burada bir yerde olmalı! ‘’
diye bağırdı hiçliğe.
Kütüğe yaklaşıp cam fanus’u eline
aldı. Başarabilmiş olmanın verdiği şok ile, bir an elinin yanacağını düşündü
Alin.
Fanusun içinde, ışığın kaynağı olan
sıvının ortasında yüzen küçük bir kağıt gördü. Açabilmek için bir kapağı olmalı
diye düşündü Alin kendi kendine. Birazcık daha inceleyince kapak olmadığını
anladı. O kağıdı alması gerekiyordu. Fanusu kırmaktan başka çaresi kalmamıştı. Düşünecek
fazla zaman yoktu. Fanusu kaldırdığı gibi yere attı ve cam fanus paramparça
oldu.
Aniden, sanki bu dünyaya ait olmayan
bir çığlık koptu ağaçların içinden. Yer şiddetle titremeye başlamıştı. Işık bi
an daha sanki sönmeyecekmiş gibi parladı fakat bir iki saniye sonra söndü. Elleriyle
kulakları kapadı Alin hemen. Korkudan etraftaki ağaçların yanına kaçmaya
çabaladı ama yer o kadar güçlü sarsılıyordu ki yürümek imkansızdı. Sürünerek
ağaçların yanına gitmeye çalıştı. Yerlerdeki cam kırıkları ve ağaç dalları
ellerini çiziyor ve kanamasına sebep oluyordu. Kolları bi yerlere tutunma
çabasından çizik içindeydi. Nihayet sağlam bir dal buldu ve kendini kütüğün
yanından çekebildi ve kütüğün olduğu yere dönüp baktı.
Yer çöküyordu.
Toprak sanki aşağıdan çekiliyormuş
gibi akmaya başlamıştı. Kütük yavaşça toprağa karıştı, tabi fanusun içinde ki
kağıtla beraber. Alin tutunduğu ağaçtan düşmemeye çalışarak boşluğa bakmaya
çalıştı. Hayretten küçük bir çığlık attı; Aşağıdan ışık sızıyordu. Tam olarak
ışık kaynağını göremedi ama sanırım bu çökme doğal bir afet değildi. Mavi ışık,
iyice karanlığı yok etmeye başlamıştı. Toprak giderek çöküyor, aynı zamanda da
şekilleniyordu, aşağıya doğru uzanan bir merdiven oluşuyordu. Toprak git gide
daha da hizaya geliyordu. Sarsıntının kesilmesi çok uzun sürmedi. Kocaman
delikten süzülen ışık her yeri aydınlatıyordu artık. Alin ayağa kalktı ve
oluşan toprak merdivenin yanına yürüdü ve aşağı inmeye başladı. Bastığı toprak
o kadar yumuşaktı ki, her an kayıp düşebilir diye yavaş yavaş iniyordu aşağı.
Merdivenlerin bitimine gelebildi nihayet. Sanki çok uzun zamandır buradaymış
gibi yanan meşaleler gördü. Küçük bi masanın üzerinde yine bi fanus gördü ama
bu sefer dokunmadı bile. İncecik bi tünel vardı gidilmesi gereken. Son bir kez
daha gökyüzüne baktı, yakın zamanda tekrar görebilmeyi dileyerek tünele girdi.
8 Ekim 2012 Pazartesi
Ses.280
Fikirlerim sabit olmasına rağmen, artık düşüncelerim çok fazla genişlemiş gibi. Artık düşünecek yeni alanlar var sanki kafamda. Boşluk oluşuyor daha fazla düşünüp sorun/çözüm/amaç/sonuç olabilmek için. Yada salaklaştığım için hiç bi sıkıntımı çözemiyorum ve buna da bahane uyduruyorum, kim bilir.
---
Ayrıca öyle bi kitap keşfettirdi ki Erşen bana, ne yapsam karşılığını ödeyemem. Kitaptan ziyade, yazarı aslında;
Oruç Aruoba.
Ne demeyi düşündüysem bu güne kadar ( konuştuklarım da dahil ) hepsini söylemiş adamdır. Çok mutlu edendir, ayrıca "Tavşan Besleyen"dir.
---
Ayrıca öyle bi kitap keşfettirdi ki Erşen bana, ne yapsam karşılığını ödeyemem. Kitaptan ziyade, yazarı aslında;
Oruç Aruoba.
Ne demeyi düşündüysem bu güne kadar ( konuştuklarım da dahil ) hepsini söylemiş adamdır. Çok mutlu edendir, ayrıca "Tavşan Besleyen"dir.
7 Ekim 2012 Pazar
Ses.279
"Mektup 2" yi yazalı çok olmuştu. Ama koyamadım o an. Ve o anın üzerinden o kadar çok şey yaşandı ki, anlatamıyorum bile. Yeni eve taşındım, daha sonra o evden de taşındım. Hatta şu an evsizim. Çok komplike zamanlar geçiriyorum. İdare ediniz.
---
AYRICA EKİM AYINDAYIZ!!!!!! Doğum günüm yaklaşıyor.
Mektup 2
Nefes al, nefes
ver. Nefes al, nefes ver. Nefes al…. ve
biraz tut şimdi…
Nasıl başladığını bilmiyorum ama nasıl ilerlediğini
yaşadığım için değil, hissettiğim için çok iyi biliyorum bu zamanların. Nereden
başlarsam, anlatmak istediğim, derdini taşıdığım şeye varacağımı da bilmiyorum
hatta. Bulmaya çalıştığım her hangi bi yanıt da yok zaten. Sadece uzun zamandır
kimse ile konuşamıyorum. Burada gerçekten yalnızım onu biliyorum.
Aslında konuştuğumda beni dinleyecek birisi yok diye
değil, gerçekten anlayacak birileri yok diye böyleyim. Tabi bu demek değil ki
beni kimse anlayamıyor. Pek ala İstanbul’da da bi iki tane ömürlük dostum var
konuştuğum. Bana yol gösteriyorlar, yardımcı oluyorlar, anlamadığım şeyleri
anlatıyorlar yada bazen sadece yanımda yürüyorlar. Tüm benliğimi sadece bir
kişiye yükleyemiyorum ben. Tüm sıkıntımı bi kişiye anlatamıyorum. Herkesin yeri
farklı bende, olması gerektiği gibi.
İzmir’deyken hiç düşünmezdim/bahsetmezdim maddiyatın
bazen insanı kilitlediğini. Hep bi şekilde birileri yada bişeylerle
çözerdim/çözerlerdi. Ama burada tek başımayım. Tek başıma düşünüyorum, tek
başıma karar veriyorum, tek başıma konuşuyorum, tek başıma gülüyorum. Bu benim
gibi bi adamı yoruyormuş, yeni yeni anlıyorum. Ya buna alışacağım, yada bu
durumu dayanılmaz hala gelene kadar çekeceğim ve sonucunda neyi kaybedeceğim
onu göreceğim.
Kendimi sabretmeye zorluyorum İstanbul’a geldiğimden
beri. Her şey sabretme ile alakalıymış tek başınayken. Patronuna sabredeceksin,
iş sahiplerine sabredeceksin, sabah otobüs beklerken hemen önünde sigara içen
adama sabredeceksin, trafiğe sabredeceksin. Zamanın geçmeyişine bile
sabredeceksin ki sürecini doldurasın. Sürekliliğe dayanabilmek gerçekten
sıkıcıymış. Çalışırken zerre sıkılmıyorum, hatta çok keyif alıyorum tasarım
yapmaktan ama etraftan bana nüfuz edecek her hangi bişey beni alt üst
edebiliyor. Daha 2 hafta önce çok garip bi olay yaşamıştım;
Hafif kapalı bi havada tüm sokak yağmur ve rüzgara
teslimken, bi tane kamburca yürüyen, yün ceketli kundura ayakkabılı bi amca,
elindeki kemanı çala çala sokakta yürüyordu. Arada yağmurdan ıslandığı için
ceketinin içi ile kemanı silip tekrar çalmaya devam ediyordu.
Şu an o kadar pişmanım ki o amcayı iş yerine çağırmadığım
için, onu dinlemediğim için, onunla konuşmadığım için, anlatamam. Belki ben çok
büyütüyorumdur, sadece dün gece çok içtiği için sokakta ayılmaya çalışıyor
olabilirdi. Ama ya daha farklıysa? O yağmurun altında ıslana ıslana keman
çalmasına sebep olan şeyler ya daha acıysa?
Asla cevabını alamayacağım bi merak bu, beni kaç zamandır rahatsız eden. Tabi sadece çok merak ettiğim için cevabını
bilmek istemiyorum, sanırım o cevabı bilmeyi hak ediyorum, o an o amcayı merak edebildiğim için. Eğer o
amcayı iş yerine davet edebilseydim, başka bi şeyi hak edebilecektim…
İstanbul’a geldiğimden beri de yıldızları göremiyorum bu
arada. Çok eksiğim bu yüzden bu aralar. Muhtemelen fark edebileceğim bi
değişiklik yoktur. Sıkıntım da zaten her değişikliği görebilmek değil de, o
anlara şahit olabildiğimi bilmek her zaman.
Burada herkes birbiri ile hep aynı iken, herkes çok
farklı. Sınıflara dahil olacak o kadar çok insan var ki, bu yüzden çok fazla da
sınıf var. O kadar garip ki, çarşaf giymiş kadınlar, türban takmış kadınlara,
türban takmış kadınlar, başı açık kadınlara yan yan bakıyor. Neye şaşırdığımı
bilmeden ise ben hepsine bakıyorum. Herkes birbirini itin götüne sokmaya çok
meraklıymış gibi bakıyor. Ben tabi ki bana bakışlardan rahatsız olmuyorum. Ama
neden o farklı bakışlara maruz kalıyorum onu merakımdan dertleniyorum ara ara.
Ulan çember sakallı, konuşmasını bile beceremeyen ama cebinde milyarlar olan
adam. Bana potansiyel hırsız gözü ile neden bakıyorsun? Neden bi insanın olağan halini, en
berbatıymış gibi düşünüyorsun? Ben hep insanların lafına sırtımı yaslamışımdır.
Burada ne yaparsan yap, boş.
Baksana şu yazdıklarıma arkadaş? İnsanların birbirine
olan güvensizliğinden dem vuracak kadar genele düşmüşüm. Bu kadar ortalık malı
olacağım hiç aklıma gelmezdi.
Ha bi de Mustafa’yı çok özledim ben. Aklımın bi
köşesinden çıkartmıyorum hiç onu. Çünkü en kötü haberler, onu hiç beklemediğin,
unuttuğun anda geliyor gibi. O yüzden Mustafa’yı unutamam. Babannemi
unutamadığım gibi… Zaman çabuk geçsin ama yaralamasın.
Bir kadını sevmek şu anda o kadar çok ihtiyacım olan
şey ki. Hissedemezsin böylesini. Ama şu
anda balık bile besleyecek durumda değilim. Yalnızlığımın bana hissettirdiği bi
diğer şey bu işte. Sevmeye ihtiyaç duymak.
Olmayan bişeye, fark etmediğin bişeye ihtiyacın da olmaz normalde. Ama işte
bunu fark etmeden önce hiç sıkıntım yokken, şu anda yaşadığım şeyleri özlüyor
olmam da doğal gibi.
İşin diğer bi garip yanı, kişiler değil de benim
hissettiğim anlamların özünü
özlüyorum. Kafamda beliren bi sevme durumu var ve onu kimseye veremiyorum. Tabi
şu anda kimsenin olmayışı ile de alakalı olabilir bu durum J .
Şuna birisi cevap verebilir mi;
Gerçekten sadece bir insanı severek, o an da mutlu
olabilir mi birisi? Sadece bir kişiyi sevebilir misin?
Sadece bi kişinin mutluluğu yeter mi insana?
Kendime dair bişeyler yaptıkça içimde beliren bir diğer
his, paylaşmayı hatırlatıyor bana. Arkadaşlarım gelsinler yanıma, evimde
otursunlar, benimle uyusunlar, benimle uyansınlar. Bunu yapabilecek kadar
büyüdüm. Ben de insanlara gerçek anlamda yardımcı olabileyim. Kendimin farkında
olduğum yıllar boyunca elimden geldiğince, hiç çabalamadan bir şeyler yaptım.
Karşılığında bir gün bana bişeyler döner diye hiç düşünmeden. Çok rahatlatıcı
bişeymiş, insanlara sadece karar vererek, onlarla konuşarak, onları mutlu
etmek. Hiç sen yürüyorsun diye mutlu olan birisini gördün mü? Yada sen sadece
sana fayda sağlayacak bişey yaptığında senin kadar sevinen birini ( annen
dışında tabi ) ?
Ben bunu yaşıyorum artık. Daha önce insanlar mutluyken,
onlarla mutlu olduğum için, şu anda ben mutsuzken onlar beni mutlu ediyor.
Tamamen vicdani bi alışverişmiş.
Dedim ya, yıldızları göremiyorum diye, Ay’ı da
göremiyorum epeydir. Bulutların arkasından sızan ışığı yürüdüğüm yerleri
aydınlatmıyor epeydir.
Bol bol kitap aldım buradayken,bol bol albüm aldım
birazda. Hatta yeni taşınacağım ev için ilk defa mobilya aldım bugün (29 Eylül
2012). Kitaplığım olacak ilk defa, elbise dolabım olacak. Aslında ilk defa olan
kısmı, bunları tamamen benim alıyor olmam olacak. Gerçekten yaşamaya başladığımın
ilk kanıtları olacak. Kim bilir, belki ileride başkaları da şahit olur bu
duruma.
Şimdi
bırakabilirlisin…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)